Posts Tagged ‘penis

26
Oca
10

Penisi Kesilmişlerin Cennet Devleti

PENİSİ KESİLMİŞLERİN CENNET DEVLETİ

Misafir yazar olarak bilimsel bir kongrede konuşma yapıyorum.. Ekranlarda anlattığım ve milyonlarca insanların yerlere yatarak güldüğü yüzlerce fıkradan en seçkin birkaç tanesini anlatarak dinleyicileri havaya sokmayı çok severim. Ne var ki birkaç dinleyici sessiz ve gizlice kıkır kıkır gülerken salondan tıss yok, ortam buz kesmiş.. Çok geçmeden mevzuyu çakızladım, bu dinleyiciler bir örgüt, bir cemaat.. Çok değerli birkaç bilim adamı arkadaşım da benzer bir durum yaşamış, hayatımızın en zevkli esprilerini yapıyoruz salondan ses yok, insan ürküyor, dediler.

Evet, espri duygusunu kaybetmiş her insan çıldırmış, demektir.

‘Psikoz’ denilen bir hastalık, balığın ağzına saplanmış olta gibi insan beynine saplanmış ve bu saplanan şey o insanın merkez üssü haline gelmiş. Anlamadınız mı, halk arasında ‘piskopat’ derler, şu Falkonetti’yi hatırlayın, dünya değişse hayatları değişmez, imkanlar- durumlar-olaylar değişse Falkonetti’nin ‘kötücül saldırgan intikam’ duygusu değişmez, hani ‘musallat’ oldu gitmiyor derler, psikoz aynen böyle bir şeydir, önlem alınmazsa musalla taşına kadar musallat olur başınıza. İnsanlık için en acıklı durumdur, örgütlerde, ataerkil yapılarda, totaliter yapılarda, otoriter düzenlerde, cemaatlerde çokca karşınıza çıkar.. Yani ‘insan özgürlüklerinin sınırlandığı’, yani ‘ifade özgürlüğünün olmadığı’, yani insanın kendini kimliğini ifade edip gerçekleştiremediği her yerde, yani ‘baskı altında bir şeyleri tutmaya başladığınızda’ ortaya çıkar.

Velhasıl çağımızın en dehşetengiz hastalığıdır. Hani, ‘adam kafaya koymuş’ dersiniz, tam böyle değil, kafaya koyulmasına koyulmuştur, ancak adamın onu kendi gücüyle ‘kafasından çıkarma gücü’ yoktur, bu yüzden tedavi mecburdur. Örgüt, ideoloji ve cemaatlerde ‘kafayı sıyırmış’ çok arkadaşımızın hazin hikayesine şahit olduk. Bir hayale bir beklentiye bir geleceğe ‘çakılı kalmak’. Bu gençleri bir odak’a bir sabit dubaya bir hücre evine kim çakmış. Niçin gezip tozmazlar, niçin rahat değiller, niçin ağbilerin emir-komuta zincirinden çıkamazlar, niçin ‘kendi’ fikirleri olmaz, niçin kendilerini salıverip rahatça gülüp eğlenemezler. Cemaat, büyük bir tecrid’dir, bir hapishane hayatı. Onlara ‘herkesle konuşmayın’derler, onlara ‘ortalıkta görünmeyin’ derler, onlara ‘göze batmayın’ derler, onlara yaptığınız her işte aşırı dikkatli olun, yakayı ele vermeyin, iz bırakmayın, derler. Masum bir ‘söyleme’ değil, ‘beyinleri böyle yıkanır’. Ve ‘gönüllü kulluk’ ordu kıtaları gibi kontrol, denetim, baskıyla düzenlenir. Şayet, sıkı disiplin birazcık gevşeyiverse içlerinde ‘jartiyer’ giymeye başlayanlar, sübyancılıktan teşhircilik’e kadar bir çok psikolojik vaka ortaya çıkar, çünkü bastırılmışlardır, bunları ben değil, yüzyıldır bunları enine boyuna tartışan ünlü psikanalistler söylüyor. Freud’den sonra adı en çok konuşulan psikanalist Lacan, 68 olaylarında Paris’te bir üniversitede devrimci gençlere: (örgüt laflarının çok geçmesi üzerine) ‘siz devrimi değil efendiye arzu duyuyorsunuz’, demişti. Her cemaatin de bir ‘efendisi’ vardır, hocaefendi gibi, beyefendi gibi…

Efendi adına her şey yapılır, bakın, Sovyet zamanı Demokratik Almanya’da komşular birbirlerini gizlice gözlüyor ve partiye ihbar ediyordu, kendilerine böyle bir görev verilmediği halde, Taraf Gazetesi gibi.. Bizleri sizleri hepimizi dinliyorlar ve sesinizi çıkartmıyorsunuz, işte otoriter iktidarın taşıyıcılığını bu sessizlikle destekliyorsunuz. Onlar bizi dinliyor, mesela Tayyip Erdoğan’ın önüne bizlerin yatak odasındaki dinlemeler dahi gidiyor, peki biz onları dinleyebiliyor muyuz, hayır, onların ‘cimır’ denilen yazılışını bilmediğim ses frekanslarını kesen aletleri var.

Bazen de içimden, ulan güya Müslüman adamsın, benim karımla haşna fişnamı dinlemeye utanmıyor musun, bu düpedüz röntgenciliğe girmez mi, diyorlar ki, oraları çıkartıyoruz, vayy be, demokratik anlayışınız için size minnettarız, ne incesiniz, demek ki çıkartıyorsunuz, neyini çıkarttınız biz de bilelim de bir daha oraları yapmayalım, bazı yerleri çıkartarak demokrasimize büyük bir nezaket gösteriyorsunuz..

Bu deliliklere ses çıkartmayan yüzlerce TV ve yüzlerce Gazete ve binlerce yazar yaşıyor aramızda, hiç umurlarında değil.. Niçin insan özgürlüğüne gaddarca saldıranları koruyor kolluyor ve seslerini çıkartmıyorlar, yazımın konusu bu. ŞİMDİ SİZE BİR SORU, BİRİ PENİSİNİZİ KESİP SİZİ HADIM ETSE, SİZİ PENİSSİZ BIRAKANA KUL KÖLE Mİ OLURSUNUZ, YOKSA DÜŞMAN MI? Bu soruya hemen ‘düşman’ olurum diye cevap vermeyin, çünkü henüz penisiniz kesilmedi. Bu soruya doğru cevabı verebilmeniz için, penisinizin kesilmesini beklemek zorundayız. Çünkü ‘penisi kesilip hadım edilenler’ tarih boyu penisini kesenlere hayranlık hatta aşkla bağlanıyor. Bunları ben uydurmuyorum, yüzyıldır psikanalistler işte bu ‘hayranlık’ ‘bağlılık’ ‘kölelik’ ilişkilerinin kökenini tartışıp duruyor. Sizler şu kadarını duymuş olmalısınız, kadınlar erkeğe neden tapınır, ‘fallus’ eksikliğinden…

Bunun en güzel örneği Hitler Almanyası’dır, bunun en güzel örneği ‘ideolojik yapılardır’, bunun en güzel örneği ‘katı hiyerarşik örgütlerdir’, bunun en güzel örneği ‘cemaatlerdir’. Freud, Lacan, Fuko, vb. yüzlerce felsefeci, psikanalist, yazar, akademisyen, yüzyıldır işte bu soruyu ‘ataerkil’ kültürden, ‘otoriteden’, ‘hegemonyadan’, ‘buyrukçu babadan’, ‘emir-komuta hiyerarşisinden’, ‘totoliter düzenden’, ‘sert ideolojik’ yapılardan hareketle tartışıyor. İnsanoğlunun bebeklik günlerine gidip çocuğun sıçmasından ağlamasına süt emmesine ve yaşadığı travmalara kadar her şeyi yüzyıldır milyonlarca makaleyle sıkıca ve derinden konuşuyorlar. Sorunun açılımı şöyledir, otorite, bizden özgürlüğümüzü aldığı halde biz neden otoritenin emirlerine uyarız. Sonraki açılımları şöyle gelişir, neden bedenimizden ve arzularımızdan vazgeçip bize ait şeyleri bir lidere, şeyhe, cemaate, örgüte, diktatöre, ya da baskıcı babaya gönüllü emanet ederiz. Mesela bu cemaatteki arkadaşların da katılacağı bir ‘deney’ yapalım, herkesin tanıdığı bir ‘bebek’ olmuştur, bu bebeğin elinden sevdiği bir oyuncağı almak mümkün mü, ya da bu bebek istediği bir şey için durmaksızın ağlıyor, isteğini gerçekleştirmeden ağlamasını durdurmak mümkün mü? Peki koca koca adamlar bir bebek’in vazgeçmediği temel isteklerinden neden feragat eder. Soruyu şöyle de sorabiliriz, bir bebeği yönetmek mümkün değilken yüzbinlerce insanı sessizlik içinde nasıl tıpış tıpış yürütüp mışıl mışıl uyutabiliyorlar.

Yüzyılı aşan süredir bu soruların ve bu yapıların milyarlarca sayfa, milyonlarca konferans ve kitapta tartışılmasının tek sebebi ‘özgürlüğün’ ne olduğunu anlamaya çalışmak. Ama daha ötesi, geçmiş baskıcı, otoriter, ataerkil, cemaat, vs. yapılarını didikleyip eleştirmek. Daha da ötesi, insan denen varlığın ‘arzuları’ ‘istekleri’ nedir, biz özgürlüğümüzü nasıl gerçekleştiririz sorularına cevap aramaktır. Bu tartışmaların hararet kazanmasının sebebi II. Dünya Savaşı’nda uygar Avrupalıların liderlerine uyup savaş meydanlarında elli milyona yakın birbirlerini öldürmesinin Avrupa’da açtığı büyük kapanılmaz yara’dır. Penis derken tabii ki ‘kendi iktidarınızı’ kastediyoruz. Post-modern tartışmalarda ‘hadım’ bedende değil ‘dilde’ gerçekleştirilir. Şöyle, politik inancınız bir sürü yasaklar icad eder ve sansürlerle kontrol altında sizi ve fikirlerinizi düzenler. İşte yandaş medyada dini inanç bir politik dil gibi ‘tasarlanmıştır’. Yasak ve sansürlerle ve sessizlikle ve yukardan tertiplenen bu ‘politik dil’ oradakilerin dilleri ve fikirlerinin ve hayatlarının ‘hadım edildiğini’ gösterir. Orda yazıp çizen yüzlerce yazar bu politik dilin dışına çıkamaz, mesela, cemaati eleştiremez, mesela, cemaatin politik hedeflerini eleştiremez, emir almasa da en masumu mesela kendine oto-sansür uygular.

Yani yandaş medya ya da cemaat medyasında yazacak kadar tornadan geçirilip törpülenmişseniz artık yukardan bir göz’ün sizi sansürlemesi gerekmez, siz kendi kendinize yasaklar koyarsınız. Artık koyun gibi sessizliği seçen sizsiniz.

İnsanlık ve hepimiz için tuhaf bir delilik olan: bu ‘sessizlikten’ memnuniyet duymaları, görmüyor musunuz ekranlarda, hepsi mütebessim, büyük bir vajinayı andıran marul göbeği gibi suratlar, vajina değil tabii ki kökünden sökülmüş penisin boş çukuru.. Daha da basitleştirerek ilerleyelim, kahve argosunda çok kullanılan bir laf vardır: tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak. Yani artık ‘korkmanın’ gereği yok, korkuyla ‘zevkin’ yerini değiştir. Doğrusu şudur, tecavüze uğruyorsanız ‘korkun’, bağırın çağırın, sizin tecavüzünüz kaçınılmaz olabilir ama sizden sonrakilere ‘korkuyu’ hatırlatır, öğretir, korku gibi insani bir duyguyu emanet edersiniz. Türkçeye çevirerek söyleyeyim, erkeği erkek yapan HADIM EDİLME ENDİŞESİ’dir.. Bu yüzden hiçbir erkek ‘iktidarından’ vazgeçemez, daha Türkçesi benim bildiğim yatak odasında tek bir penis bulunur.. Bu yüzden bir insan okumuş olsun olmasın çiftçi köylü mühendis ne olursa olsun, başkasının iktidarına baskısına direnmek karşı koymak zorundadır, yoksa, benliği parçalanır ya köle olur ya tımarhanelik..

Direnmek için tek yol vardır, korkmak.. Oysa teslim olanlar aynı zamanda ‘korkularını’ da iptal ederler… Cemaat ve örgütler bu yüzden grup seksin zevkleriyle toplu orgazm evleridir, liderlerine çılgınca bağlılıkları ve ya da liderlerinin isimlerini zikir ya da sloganlarla çoğaltmaları bu toplu orgazmın festivalleridir. Başka bir kanaldan yazıya devam edelim. Ebu Garip cezaevinde vahşi işkencelere maruz kalmış birkaç mahküm serbest bırakılırken, gardiyanlar işkence görmüş mahkümların önüne, içinde iki şıklı seçenek olan bir form koyarlar. Seçenekler şöyle, özgür kalmak istiyorsan burada sana hiçbir zaman işkence yapılmadığı şıkkı, diğeri, bana işkence yapıldı, şıkkı.

Mahküm şüphesiz serbest kalmak için kendisine işkence yapan gardiyanların uzattığı formda ‘hiç işkence yapılmadı’ şıkkını imzalayacaktır. Mahküm ne yapsın? Yaşamak için, hürriyet için, işkence olmadığını söylemek zorunda. Anadolu’da yüzbinlerce genç hayatta kalmak için bir üniversiteye girmek zorunda, ki, cemaat dışında okuma imkanı hiç yok.. Ne yapacak? Hayatta kalmak var olmak için kendini cemaate teslim etmek zorunda.. Ve cemaat bir şirkete giriş formunu doldurmaya benzemez, cemaat bir ‘inanç ve iman’ yeminidir.. Allah’ın huzurunda Kur’an’a yemin ederek şeyhinize liderinize ebediyen bağlı kalarak kendinizi ‘bağlarsınız’, ruhunuzu, aşkınızı, kimliğinizi, seçimlerinizi, her şeyinizi bir yere derisi kemiğiyle teslim edersiniz. Cemaat budur ‘hürriyetinden’ vazgeçmek zorunda. Artık şahsi istek ve arzuları hiç olmayacak. Mesela ömür boyu siyasi seçim şansını kullanamayacak, çünkü cemaat hangi partiye oy verirse ona verecek.

Yaşadığımız dünyada her insan kimliğini, kişiliğini ve arzularını seçimleriyle ortaya koyar. Hangi kızla evleneceğini seçer, hangi meyveyi yiyeceğini seçer, hangi okula gideceğini seçer, hangi sinemaya gideceğini seçer, hangi kitabı okuyacağını seçer, hangi partiye oy vereceğini seçer, hangi elbiselerini giyeceğini seçer. Düşünün, bu genç artık, kimle evlenecek kendi karar veremiyor, ne yiyecek ne seyredecek ne izleyecek, nasıl giyecek, hangi okula gidecek, hepsine ‘cemaat’ karar verecek. Aslında bir insanın bu bol seçenekli dünyada neyi seçeceği büyük bir kaygıya sebep olur. Kocaman alışveriş merkezleri gibi bol seçenekli dünyanın modern insanı BÜYÜK KAYGI’ya sürüklediği çoktandır tartışılır, ayrı konu.

Düşünün yüzlerce üniversite arasından birini seçeceksin, düşünün bir alışveriş merkezinde yüzlerce renk çeşit arasında bir tanesini seçeceksin, çok zahmetli bir iş. Sizi fazlasıyla yorar, hatta vaktinizi alır. Bu tüketicinin seçme yorgunlugu kapitalist piyasanın da dikkatini çekti. Mesela çok havalı büyük marka mağazalar ‘seçenekleri’ azaltır. Gider bir gömlek beğenirsiniz, size derler ki ‘aradığınız beden yok’. Düşünün bir mağaza size ‘yok’ diyor, insan böyle bir mağazaya bir daha adım atmaması lazım. Tam tersine ‘seçenekler’ az olunca, siz bu havalı mağazanın ‘az seçenek’ sunmasını çok kaliteli aşırı lüks size özel bir tutum olarak görüyorsunuz. Ve çok seçkin üretilmiş bu malın ‘az bulunur’ olduğunu düşünüyor, az üretilip sunulduğu için mağazanın seçkinci satış yöntemine daha çok hayran oluyorsunuz. Kapitalist piyasa tüketicileri daha özel yapan bu ‘seçkinci’ düşkünlüğünü derinden görüp yüksek eğitim görmüş müşterilerini tavlamayı bilmiştir. Bu ‘seçkinliğin’ asıl güzel tarafı, sizi ‘seçme arama bulma’ yorgunluğundan kurtarıyor, yani, birileri sizin adınıza ‘seçmiş’.. Bu arayıp bulamadığınız kolaylık, tatlı bir tembellik, gel keyfim bir rahatlık.. Bu ‘tembellik’ bildiğiniz tembellik değil, bir lüks. Düşünün biri sizin adınıza seçiyor, sizin de güzel beyniniz yorulmamış oluyor.

Ayrıca seçiminizle birilerini üzebilirsiniz, birilerinin kazara hoşuna gitmeyebilirsiniz, bu riski neden göze alacakmışsınız, siz rahat edin, biri sizin adınıza seçsin, beğensin.. Cemaat de öyle, neler giyeceğinizi neler düşüneceğinizi neler yazacağınızı vs. sizi yormadan tespit etmiş. Size sahabeden bir isim takılarak siz de ‘seçkin’ hale zaten getirilmişsiniz. Ne kadar güzel hiç yorulmuyor hiç düşünmüyor hiç rahatsız olmuyorsunuz ve cennetle müjdeleniyorsunuz.. ( Şimdi bu eleştirilerimizi cemaat yazarları şöyle bir geyiklr cevaplayabilir, ne güzel, ‘yaşam koçluğu’ diye bir şey var, bizler yüzbinlerce genç’e ‘yaşam koçluğu’ yapıyor, onların en kaliteli en doğru en güzel şeyleri kısa yoldan seçmelerine yardımcı oluyoruz, pöh pöh pöh..) Hadi öyle olsun, Lacan üzerine bilgilerimi tazeleme şansı veren ‘monoKL’ dergisindeki onlarca makale içinde biri çok dikkatimi çekti, şöyle bir anket üzerine tartışılıyor.

Üniversitede denek öğrencilere arkadaşlarına bilimsel bir deney için elektrik şoku verilmesi isteniyor. Ancak denek öğrenciler jeneratörün çalışmadığını bilmiyor. Akıl almaz şeyler oluyor ve denekler, arkadaşı öğrencilere insanı şaşırtan gaddarlıkta yüksek voltaj elektrik verip işkence ediyor. Bu anketin amacı ‘otoriteye kayıtsız şartsız boyun eğen’ öğrencilerin bu gaddar davranışlarını kökünden incelemek, emir komuta zinciri içinde bu ‘gaddarlık’ nasıl ortaya çıkıyor, tartışmak.. Geçmiş toplumlarda diyelim ataerkil yapıları, otoriter yapıları, hegemonyanın hangi insani dürtüler üzerinde nasıl inşa edildiğini enine boyuna tartışmak, ki, Fuko, Freud, Lacan ve nicesinin yaptığı da budur. Yani, verilen emri birebir hiç sorgulamadan niye uygularız. Bağlı bulunduğumuz örgüt ve cemaatin emirlerine harfiyen niye boyun eğeriz. Genlerimizde böyle bir şey mi var, yoksa, içinde bulunduğumuz uygarlık ya da kültür bize ‘köleliği mi’ öğretiyor.

Ya da hepimiz birbirimize bakıp birbirimizi taklit edip rol yapıyoruz ama yeri saati gelip biri bize emirler verdiğinde içimizden bir gaddar işkenceci canavar niçin çıkıyor? ‘Toplum Sözleşmesi’nin ünlü yazarı Russo’nun güzel bir sözü var: ‘Ayağına zincir vurulan köle her şeyini kaybeder, zincirden kurtulma arzusunu da..’ Cümlenin ikinci yarısı çok önemli, ‘zincirden kurtulma arzusundan’ kurtulmak.. Bir cemaatin ya da örgütün adamı olmak böyle bir şeydir. Kendiniz, tüm bedeniniz ve arzularınızı bir otoriteye teslim ederek, zincirden kurtulma arzularından da kurtulmuş olursunuz. Yani tek bir insan olarak kendi başınıza başarma cesaretini asla gösteremeyeceğiniz için başka bir otoriteye bağlanırsınız.

Bireyin bu karmaşık dünyada kendi başına kendi seçimlerini yapması ve kendi kişiliğini inşası çok zordur. Cemaat ve örgütler size ‘hazır kimlikler’ giydirir ve sizin artık nasıl mücadele edeceğiniz nasıl bir hayat yaşayacağınızı düzenler. Ve size verilen emirlere harfiyen uyarsınız, çünkü artık tek hakikat ‘cemaattedir’. En büyük değişmez yanılmaz hakikate kendinizi kayıtsız şartsız teslim edersiniz, bunun adına gönüllü kulluk diyenler var ‘kesin inançlılar’ başlığında tartışanlar var. Cemaat , sizin aile bağlarınızı kopartarak işe başlar. Sonra sizi yurt odalarında toplayıp emirler verir. Mesela fazla dışarı çıkmayın, dışarı çıktığınızda bütün işlerinizi topluca bir arada hemen yapın. Mesela, telefon kartlarınız bitmeden son kontürde yırtıp atıp makinede bırakmayın. Mesela, yurda yeni gelen çocukların öz isimleri değiştirilir ve Sahabe’den yeni isimler takılır ve örgütte bu isimle anılırlar, falan filan…

Ve en önemlisi cemaat ‘ailelerin şüphesini çekmemek’ için kendi çocuklarını çatışma alanına sürmez, politik tartışmalarda ‘mayın eşşekleri’ kullanır, diyelim Alper Görmüş gibi gazetecileri, Taraf gibi gazeteleri ‘çatışma alanına’ sürer ve kendi müridlerini teşhir edip yıpratmaz.. Çünkü cemaatten ‘kurban olacak’ birkaç kişi dahi Anadolu’daki ailelerinde ‘bizim çocuklar sessiz hiçbir şeye karışmıyorlar’ düşüncesini paramparça edip şüphelere dağılmaya yol açar. Ve onlar ‘sessiz ordular’ şeklinde gizlice can alıcı stratejik mevkilere yerleştirilirler. Ve yakın bir gelecekte, en büyük hakikatın tek doğru temsilcisi şeyhleri ve cemaatlerin kuracağı her şeyin tertemiz olduğu CENNET DEVLET adına verilen her emri yerine getirirler. Cennet Devlet’te pislik olamaz, eleştiri olamaz, sorgulama olamaz… Cennet Devlet’in inançlarına yasalarına uymayan herkes CEZALANDIRILIR. İçeri tıkılır ya da yok edilir. Cennet Devlet’e giden yolda kimse şikayetçi olmaz, kimse sızlanmaz, kimse bir dakikasını boş geçirmez, kimse emirlerden çıkamaz ve cemaat dışında kimseye güvenilmez.

İdeoloji, parti ve tarikatlarda kendine verilen emirleri sorgulamadan harfiyen yerine getirmelerinin sebebi, yakın bir gelecekte CENNET DEVLET’in kurulacağına dair yüce inançtır. İnsanlar kendi duygu ve isteklerinden tümüyle vazgeçip büyük ve yekpare tek organizma haline getirilir, cemaat gibi, parti gibi.. Pisliklerden ve kötülüklerden arındırılmış cemaat, ülkeyi ve devleti de pisliklerinden ve kötülüklerinden arındırmaya başlar. Aslında kendi şeyhlerine itaat etmeyen herkes pisliktir, temizlenmesi ya da bir şekilde ‘yola sokulması’ yani sindirilmesi gerekir.. Ve yandaş medya ve maaşladıkları yüzlerce yazarla cemaati koruma kalkanı işte bu satılmış yazarlarla oluştururlar. Cemaat ya da ideolojik müritlerin, koyundan daha sessiz olması ve her emre itaati bu yüzdendir. Yüzbinlerce genç otoriteye boyun eğmeyi öğrenir, siz bu gibi yazılarla cemaate bak otuz milyar doları var dedikçe havaya girip şişinirler ve boyun eğdikleri otoriteye daha sıkı bağlanırlar.. Otoriteye boyun eğdikçe kendi istek ve arzularından ve kendi özgürlüklerinden ebediyen vaz geçerler.. Bu cemaatlerde en büyük ayıp en büyük günah kendi bireysel arzu ve isteklerinden söz etmektir, kendi isteklerinden ancak bizim gibi münafıklar sözeder. Üyelerinin tüm şahsi istek ve arzularını yokeden ‘cemaat’ türü, sadece bizim ülkemize bizim tarihimize mahsus değildir, dünyanın her coğrafyasında her çağında insanlar hürriyetlerinden bir lider bir şeyh uğruna vaz geçmiş.. Bu cemaat ve örgütler kendilerine verilen diyelim gaddar işkence emirlerini acımasızca yerine getirip insanlığa zulm gösterip dünyayı hepimize zehir etmişlerdir. Sosyal bilimciler ve psikiyatristlerin kapalı cemaatleri bu denli çokca tartışmalarının sebebi de zaten bu ‘gaddarlığın’ nasıl niye ortaya çıktığını anlamak.

( Mesela bu cemaatin savcılarına, sabahın dördünde niye alıyorsun diye soruyorsun, ses yok. Suç, belge oluşmadan niye insanları alıyorsun diyorsun, ses yok.. Seksen yaşında kanser hastalarını içerde hukuksuzca nasıl tutuyorsun diye soruyorsun, ses yok. Yalan iftira itham sahte belgelerle insanları yıllarca içerde niçin soruyorsun diye soruyorsun, ses yok.. Zavallı yoksul insanları Ergenekon’un Kasası diye aylarca manşetlerde şok şok diye suçlayıp kodeslere tıktırıp sonra kanserden niçin öldürtüyorsun, ses yok.. Suçlu suçsuz yüzbinlerce insanı niçin hukuksuzca ‘dinliyorsunuz’, ses yok.. Niçin ses yok, EMİR ALMIŞ’lar ses çıkartamazlar. Siz ‘seçkin bir mağazadan’ kot pantolan alırken ‘kot taşlama işçilerinin zehirlenip ölmelerini’ niçin sormadığınız gibi..) Cemaat ve örgütlerde bir insanın özgürlüğünden neden vaz geçip bir otoriteye bağlanıyor sorusu, hem çağımızın hem ülkemizin en can alıcı sorusudur ve dünyada üzerine en çok yazı yazılıp en çok tartışılan felsefi konusudur. Her sıradan okumuş insan, yazar, akademisyen, cemaati, örgütü, otoriteyi, baskıyı, ataerkil yapıları, hegemonyayı sorgulayarak insan özgürlüğünün önünü açmayı ya da insan özgürlüğünün ne olduğunu, ne olması gerektiğini anlamaya çalışır, yaşadığımız çağı başka türlü de anlamak mümkün değildir. Birey, cemaat, özgürlükler, baskı, otorite, her yönüyle her gün önümüzde tartıştığımız konular olmalı. Ama değil.. Bunlar ahım şahım gizli bilgiler değil, kitapçı rafında dokunacağınız her iki kitaptan biri işte bu soruları tartışır.

Okumaya devam edin ‘Penisi Kesilmişlerin Cennet Devleti’




Takvim

Nisan 2024
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930  

Kategoriler

Arşivler

Dizin,toplist